Erzincan’da Yazdım

0
407

Kara Dumanlar ve Karanlık (Hatıra) lar…

Abdullah Âhi TUNCER

Kızılay’ın 1 numaralı Erzincan hastahanesindeki çadırının pencereleri ortalığın yenice ağarmağa başladığını gösteriyorlar…

Dün ve bu gece nöbetçi idim. Hastahanede tek yatak bile boş bulunmadığı için gece yarısından sonra gelen iki hastanın yerleştirilmelerinde biraz güçlük çektik. Bunlardan biri ağırca idi. Kemah’tan trenle Erzincan istasyonuna getirilmiş, bize bildirilince yardımcı otomobili hemen gidip almıştı.

Çadırıma çekildikten sonra uzun uzun düşündüm:
Hemen hemen altmış yıla varan yaşım içinde böyle sedyelere veya topraklar üzerine uzatılmış sayısız Türk yavrusu görmüştüm!.
Evet!. Yemen çöllerinde, Arnavutluk illerinde, Balkan gürültülerinde, büyük savaşta, kurtuluş didişmelerinde.. ve en son Şeyh Said’in o kafasız rezaletinde bile ne arslan çocuklarımızın yerlere ve sedyelere dağ parçası gibi uzatıldıklarını çok görmüştüm.

Fakat onlar ve o zamanlar bir hay ve huy içinde geçerken, biraz da yurdun ve ulusun kurtulması ve yükselmesi yolunda, ölmek ve öldürmek zorunda bulunduğumuz için belki yüreklerimiz daha katı, dayanabilme duygularımız daha canlı idi.

İşte, her nedense, böyle herkesin yerli yerinde ve işi gücü başında bulunduğu sırada bir Mehmetçiği sedyede serili görmek insanın gönlünü daha ziyade kırıyor.
Ne diyordum? Çadırımın pencereleri ortalığın yenice ağarmaya başladığını gösteriyorlar..

Güzel.. Çok güzel bir ses.. Uzaktan bir hava tutturmuş, yanık yanık söylüyor ve ben Anadolu’nun; Anadolu çocuklarının bu iç gıcıklayan seslerine çok alışkınım..
Daha yedi sekiz yaşımda bir çocukken 1305 Yunan cenginde şehid düşen dayım Mıstık için düzdüğü türküleri göz yaşları dökerek söylerken, dizinin dibinde anacığımı, can kulağiyle uzun uzun dinlemişdim..

Küçüklük ve gençlik hâtıralarımın arasında: Dumanlı dağlar, gurbet iller, uzun yollar, gidip gelmeyen, gelip bulmayan ve murad almayan sevgililer için düzülmüş, söylenmiş ve dinlenmiş sayısız türküler vardır..

Tıbbiye Mektebinde iken arkadaşımız (Feyzi)nin anayurdunun havasını yaşatan Harput mayaları ruhumda çok derin ürpertiler yaratırdı..
Sonraları (Feyzi)nin o güzel yurduna ben de gittim ve o zengin ovalarda gezen, o uçurum kayalar üzerinde seken sevimli çocukların dillerinden dökülen türkülerle kalbimin sızladığı bir çok günler oldu..

Harput ovalarından daha önce Yemen burçlarında, Arnavudluk dağlarında, Kafkas yamaçlarında ve hele o, üç esirliğimin kara günlerinde:
Bulgarın İslimye’sinde; Rus Hazer Denizi’nin susuz, ağaçsız ve yılanlarla dolu Narkin Adası’nda; ve Yunanın Preveze’ye karşıdan bir hayal gibi bakan Lefkada Kalesi’nde kahraman ve sevimli Mehmetçiğin derdli dilinden dökülen, tarlasına ve Fatmasına olan tükenmez sevginin ateşli çağıltısı beni uzun yıllar ağlatmıştı.
Lâkin şimdi, sabah yıldızı spikürün üzerinden Erzincan’a parlak gözünü kırparak bugünkü selâmını henüz verirken beni uykumdan uyandıran veya uyandığım için kulağıma değen bu güzel sesin iniltisindeki yürek tutuşturma acılığı büsbütün başkadır.

Ben, daha adam akıllı açılmayan gözlerimle sersemliği geçmemiş olan beynimin tâ derinliklerinde bir yandan o eski günlerin birbirini kovalayışını seyrederken; öbüryandan da, sabahın alaca karanlığında ortalığı çınlatan bu yanık sesi dinleyorum:
«Erzincan duman oldu,
Halimiz yaman oldu,
Ne canlar kurban oldu.
Ayrıldık Erzincan’dan,
Ottan, ocakdan, candan.
Oyy Ninni, ninni, ninni.. Anasız yavru ninni.. Babasız kuzu ninni…»

Zavallı Erzincan’ın karabahtlı çocuğu!.
Yalan değil: Güzel yurdun duman oldu.. Doğrudur: Hâliniz yaman oldu..
Bundaki acının derinliğini, bu derin derdin büyüklüğünü yüreğinden kopup gelen şu feryatlar kadar hangi söz anlatabilir?:
«Erzincan yolu kara,
Karıştı kanlar kara,
Ne ettin zâlim felek,
Boynumuzu bükerek.
Ayrıldık Erzincandan,
Ottan, ocakdan candan.
Oyy Ninni, ninni, ninni.. Anasız yavru ninni.. Babasız kuzu ninni…»

Eyy.. Yüreğini kavuran ateşi dilinden dışarı fırlatan bağrı yanık adam!. Evin, barkın birçok canlarınla birlikte, şimdi şu toprak ve kerpiç yığınlarının altında uyuyor.. Bu uyuyan şey pek acı bir (hâtıra)dır. Sana: «Onu artık unut!.» demeyeceğim. Çünkü bu sözümü tutmak elinde değildir.

Yalnız, şu noktayı mutlaka düşün:
Senin başına.. Günahsız başına bu belâyı getiren kendisinden öc alınmaya elverişli bir düşman değildir.. Dişleri sökülebilecek bir ifrit değildir. Bunu (Tabiat)ın kanunları, Ulu Tanrının fermânı yaptı. O kanunlar ve o ferman ki.. Karşısında boyun eğmeyecek şu âlemde hiç bir varlık yoktur.
Evet!. Kalbinin acılarını dilinden dök! Yanık türkülerini çağır!. Böylece, hiç olmazsa gönlüne yüklenen ağırlığı, az çok dağıtırsın..
Göz yaşlarını ara sıra salıver.. Bununla da içinin sıkıntısı belki biraz azalır.. Fakat asla ümitsiz kalma!.

Şunu bil ki; Dünya kurulalı Türk, bunun gibi ve bundan daha büyük ve daha geniş ne fırtınalar görmüş, geçirmiş ve yine çok virâneler şenlendirmiş; şen günlerine tekrar ve tekrar kavuşmuştur.

İşte sen de öyle yapacaksın.. Yarın kurulmasını mutlak başaracağın kutlu yurdun yeni Erzincan eşsiz bir şehir olacak ve onun şirin ve geniş ovasına yer yer oturtacağın fabrika bacalarından yükselecek kara dumanlar bu karanlık (hâtıra) larının üzerine kalın bir perde gibi yayılacaktır.

Doktor Emekli Albay
Abdullah Âhi TUNCER

Hatıra Kaynak: Erzincan’da Yazdım, Türk Kızılayı Yayınları

Arşiv Fotoğraf: Erzincan Nostalji Arşivi

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz