Yüzyıl Önce Kemah Beyleri

0
1421

Yüzyıl Önce
KEMAH BEYLERİ

23 Mayıs 1324 (10 Haziran 1908) Çarşamba günü öğleden önce askeri, mülkî erkân, subaylar ve binlerce halkın biriktiği müşirlik binası önünde düzgün biçimde toplandık. Dualar edilip geçiş töreni yapıldıktan sonra “Padişahım çok yaşa!” diye bağırdık ve yola çıktık. Gün batımından bir saat önce Tahir Paşa Hanları’na geldik ve orada ordugâh kurduk. Hava sıcak olmasına rağmen zahmetli bir yürüyüş yapmıştık. (…)

Fırat’ın çok daraldığı bir yerdeki köprüden geçerek Kemah’a vardık.

Fırat burada biri kalenin bulunduğu, öbürü karşısındaki yamacın yanından akıyordu. Aktığı yer derin bir çukurdu. Askerleri evlere, hanlara ve camilere yerleştirdikten sonra biz bir davete uyarak nehrin sol yamacına geçtik. Burada Tahir Paşa’nın saray gibi konağı vardı. Bu konaklarda kalacaktık.

Tahir Paşa, Sağıroğulları’nın en büyükleri olduğu için herkes ona müşir muamelesi yapıyordu. Ondan sonra gelen Sıddık Bey bile karşısında el pençe divan duruyordu. Onların hükümdarı sayıldığı için davası olan insanlar hükümete değil önce ona gidiyorlardı. Kaymakam da görevden alınmak korkusuyla Tahir Paşa’nın emrine giriyor öyle rahat ediyordu.

Tahir Paşa gerçekten çok akıllı, halkın psikolojisini bilen, Dersim Kürtlerine bile hakim, nüfuzlu ve dirayetli bir adamdı. Yalnız Tahir Paşa’nın değil, o çevrenin diğer büyükleri olan Sıddık Bey, Sabit Bey ve Nuri Bey’in konakları da birer misafirhane gibi açık olup, yaz-kış misafirleri eksik olmazdı. Kemah’tan geçen valiler, paşalar ve devlet büyükleri bu beylere misafir olurlar, başka biri kendilerini davet edemezdi. Eğer halktan akrabaları gelenler olursa önce bu beyler ziyaret ettirilir, onların izinleri alınarak yakınlar misafir edilirlerdi. Biz de müfreze komutanı ile birlikte sıra ile Sıddık, Sabir ve Nuri beyleri ziyaret edip birer şerbetlerini içtik, kalmak için tekrar Tahir Paşa Konağı’na döndük.

Bu beylerin konaklarında o zaman memleketimizde çıkan günlük ve haftalık gazetelerle, duvarlarında takvimler, termometreler, barometreler, en güzel odalarında kütüphaneler vardı. Modaya uygun mobilyaları olduğu gibi sedir minderler de yok değildi.

Konakta akşam ezanı okundu. Abdest alıp cemaatle namaz kıldık. Sonra sofra kuruldu. Alaturka yemek yedik. Yemek bir ziyafet yemeği değildi. Fakat çorba, et, pilav, yoğurt oldukça boldu. Gelen yemeklerin kapları ve kapakları cami kubbelerini hatırlatacak kadar büyüktü.

Bu beyler çok dindar görünür, evlerine içki ve kumar sokmazlardı. Zamparalık yapanlar aforoz edilir, ailelerinin soyluluk onurlarına kir kondurmazlardı. Bununla birlikte sürekli olarak kendilerini gözetler, özentiye çok önem verirler, kendi aralarında dedikodu yaparlardı. Her konuda biri diğerinden geri kalmamaya özenir, halkın gözünde üstün görünmeye çalışırlardı. Halkla görüşüp konuşmayı, düşüp kalkmayı kendilerine yediremezlerdi.

Bu servet, bu azamet nereden kazanılmıştı? Bir ihtiyarın anlattıklarına bakılırsa bu servet daha çok tefecilikten ve arazilerin ucuza kapatılmasından elde edilmiş. Darda kalan köylüye faizle para verip, ödemeyecek duruma düşenlerin ellerindeki mallara konmak beylerin ve ağaların işi imiş. Zenginlik daha çok bu yolla sağlanmış.

O bölgenin insanları çok ağır kanlı idiler. Tembellik âdeta iliklerine işlemişti. Bu uyuşukluk illetine karşı aklı ve düşüncesiyle karşı koyan insan çok azdı.

Tahir Paşa’nın odalar dolusu yataklarında rahat bir gece geçirip güzel bir kahvaltı yaptıktan sonra toplanma yerine, bölüklerimizin yanına geldik. Burası Kemah’ın aşağı mahallesinde Urfat yolu üzerinde bir yerdi. Daha sabah saatleri olmasına rağmen hava çok sıcaktı. Köylüler dakikada bir askere ve bizlere su dağıtıyorlardı. Ancak yine de kanmıyorduk. Halkın toplanıp dua etmesi için yarım saat bekledik. Halk toplandı, fakat Sıddık Bey dışında gelen bir bey yoktu.

Duadan sonra Fırat kıyısı boyunca uzayıp giden yola koyulduk.

Kaynak:
Tuğgeneral Ziya Yergök’ün Anıları
Harbiye’den Dersim’e (1890-1914)

Erzincan Nostalji

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz