Erzincanlı Hasan Çavuş – 1915 yılında yaşanan gerçek bir kahramanlık hikayesi

0
2820

Erzincanlı Hasan Çavuş yanındaki askerlere seslendi:

Bu toprak bizim,
biz bu toprağın sahibiyiz

… ve otuz kadar asker 30 metre açık alanda düşman mevziine doğru koşmaya başladı. Kum torbalarını aşarak Fransız siperlerine atladılar. Biraz sonra Hasan Çavuş’un muzaffer çığlığı duyuldu ve artık bu siper onun adıyla anılacaktı. Toprak onların, onlar toprağındı.
Güney Grubu Ondördüncü Tümen Gözetleme Yerinden

”Mukaddes bir huzura”
18 Ekim 1915 Pazartesi

Sevgili Muhterem Babacığım;

Buğday benizli, açıkgöz, henüz ter bıyıklı, uzunca boylu çatık ve siyah kaşlı; kalbi vatan aşkıyla dolu bir asker Erzincanlı Hasan Çavuş. Kırkbirinci Alay’ın İkinci Taburu‘nun Birinci Bölüğü Birinci Takım kumandanı. Hasan Çavuşun göğsünü 7 Eylül 1915 hücumunda gösterdiği fedakârlık dolayısıyla aldığı Harp Madalyası süslüyor. Yüzündeki saflık Anadolu’nun asil pak yavrusu olduğunun delili.

14 Ekim 1915 gecesi saat 03.15’de düşman blokhavzı altında
patlatılan lağım düşmanın ileri geçiş siperini dümdüz etmişti. Düşman bu blokhavzını 50 metre uzunluğunda köprü üzerine inşa ettiği siperine bağlamış ve Hisarlık’taki bataryasını da buraya tesbit eylediğinden ve tarafımızdan burayı top ateşi altında bulundurmak kabil olamadığından adeta bu köprülü siper alanı Kırkbirinci Alayın felaket ocağı olmuştu.

Her saniye kavurucu bombalarını bu yere savururdu. Özetle amacı Kerevizdere’nin denize döküldüğü yerden bu mahallin bir kısmını denize kavuşturmak idi. Sanki rezil düşman o muhiti yok etmek azmine düşmüştü. Davranışlarında bu anlaşılıyordu. Lâğımın infilâkı üzerine -söylenen saatte gece çok karanlık idi ama ateşleme yapılacağını bildiğimiz için bir projektörle ara sıra aydınlatılıyorduk. Dürbün başında bulunduğumdan cehennem saçan dumanlar o muhitteki yani blokhavzındaki rezil düşman askerinin mahvolma dakikası olduğunu ilan etti.

Bunun üzerine sabaha kadar top ve torpil sesleri her kulakta o geceye mahsus büyük hatıralar bıraktı. Sabah olduğu için gelen raporları teslim ederek dinlenmek üzere karargâha geldim. Altı saat kadar bir zaman geçmiş idi ki top sesleri bu kadar bir müddet istirahatin yettiğini anlatırcasına daldığımız gafletten uyandırdı. Hemen kalktım ve gözlem yerine geldim. O anda kumandanım ileri hattı- dolayısıyla lâğımın meydana getirdiği çukuru görmek- gezmek üzere hazırlanmıştı. Emri üzerine refakata hazırlandım. Beraberimizde bir de sıhhiye eri bulunuyordu.

İkinci hatta geldiğim zaman ateş tufanı arasında yüzmekte olduğumuzu zannettim. Örtülü hattan geçerek Yassıtepe’ye geldik. Burayı 41. Alay’ın 2. Taburu savunuyordu. Hoçkis ve mitralyözün gözetleme yerinden yani kum çuvalları arkasından blokhavzını seyrettik. Düşman blokhavzın tahribinden sonra diğer bir [kaputper] vücuda getirmiş ve kum torbalarıyla mükemmelen tahkim etmekle beraber köprülü siperine de bir ulaşım hattı temin eylemiş. Bu suretle Yassıtepe sol yanını kolayca infilâk etmek yani yan ateşine almak imkânını hazırlamış.

Alay kumandanıyla cereyan eden bir konuşmadan sonra biri kendinde kuvvet gördü. Dedi ki; ”ben hemen şimdi onbeş neferle gider ve zapt ederim kumandanım!”

Erzincanlı Hasan Çavuş öyle bir mert tavır almıştı ki düşmanı anında kahredip cezasını verecek kuvvete malik olduğunu haliyle anlatıyordu. Kumandan hemen sordu. Peki, senin ismin ne? Hasan efendim. Nerelisin? Erzincanlı. Hangi taburdansın? İkinci Tabur Birinci Bölük Birinci Takım Kumandanıyım. Aferin. Fakat bilmiyor musun ki gayet tehlikeli bir noktadır? Evet, efendim, eğer tehlikeyi benimsememiş olsa idim ve vereceğiniz vazifeyi yapamayacağımı anlasa idim istemezdim kumandanım. Peki, yavrum doğru ama biz seni topçu ateşiyle himaye etmeyeceğiz. Çünkü düşmanın mukabil siperlerini ateş altına alacak olsak [kaputpere] karşı bir saldırıyı hem anlar ve hazırlıklarını ona göre yapar.

Şu halde doğrudan doğruya süngüye güvenerek gitmek lâzım gelir… Diğer bir emre gerek duymaksızın ”baş üstüne” diyerek gayet şen ve namuslu bir çehre ile yıldırım gibi sıçradı. Herkesin yüzünde bu mert kahraman asil davranışı neticesi şan zafer parlıyordu. Ben orada emin idim ki binlerce Müslüman kalbi cesur metin kahramana Allah yardımcın olsun muzaffer ol diye dua ediyordu. Hasan Kerevizdere’nin kaputper tarafına takımıyla beraber ceylan gibi geldi. Ve siperlerimizin arkasında gerekli talimatı veriyordu.

O ne saf o ne halûk hitab idi. Diyordu ki; Allah yoluna tutacağımız bu siper bin kere Kâbe’ye gitmek demektir. Bu toprak bizim biz de bu toprağın sahibiyiz. Kumandanımız bizi işte seyrediyor. Evvelâ hepiniz birer adım kadar aralıklı siperin arkasına dizilin. Süngülerinizi takın, içinizde gelmek istemeyen varsa aşikâre söylesin.

Bu hitab hepsinin beyninde yıldırım gibi tesirini gösterdi. Hasan Çavuş üç aydır beraberiz, sen takımını bilirsin dediler. Bu sırada alay kumandanının gözlerinden hafif yaşlar dökülmeye başladı. Var olun evlatlarım demekten kendini alamadı. Hasan Çavuş devamla ben hücum dediğim zaman hepimiz Allah der ve bu kâfirleri tepeleriz dedi. Artık arslan çavuş tertibatına devam ediyordu. Biz de Nordanfeld mevziine girdik ve oradan vakayı seyrediyorduk. Cephede hafif piyade ateşi oluyordu…

Bakışlarımız daima ileride; kalbimiz çarpıyor. Yalnız Hasan Çavuş’un arş kumandasını bekliyorduk. Emirden sonra ”Allah Allah” sedalarıyla otuz kadar arslan yıldırım süratiyle atılıyordu. Düşman mevzii yani kaputper, azami otuz metre kadar olduğundan ilk hamlede kum çuvallarından aşarak düşman blokhavzına atladılar. Artık bu manzarayı tasvir etmek için Rafael kadar ressam ve Mehmed Akif kadar kalemli ve duygulu olmalı. Süngüler durmaksızın yörüngeler işliyordu. Bu kesin mücadele beş dakikayı geçmedi idi ki; Hasan Çavuş canhıraş feryat ile ileri kumandasını veriyordu. Namuslu asker, köpürmüş arslan gibi düşman köprülü siperini de bir ikinci çarpışma alanı yaptılar.

Kumandan kendi kendine Allah razı olsun hay arslan diyordu. Bütün hat adeta kuduruyordu. Bu sırada bir tek işaret her şeyi ifaya hayata bedel hazır ve istekli idi. Bu sırada düşmandan yüzden fazla kayıp vardı. Kumandan düşmanın bu kaputperi ve köprülü siperi soluna kazdırdığı kurtkuyusuna bir asker yollayarak Hasan Çavuş’a ileri katiyen gitmemesini ve köprülü siperin bizim tarafta olan kum torbalarını alarak aksi tarafa koymasını söylemişti. Emir yerine getirildi.

Blokhavzı köprülü siper düşmana karşı tahkim edildi… Kumandanın memnuniyeti pek fazla idi. Bu muharebenin manzarası kadar hakikat uğrunda feci bir manzaraya bilmem ki tesadüf edebilir miyim?

Gece olmuştu. Düşman bu mevki üzerine adeta yıldırımlar yağdırıyordu. İlk uyandığımız zaman evvalâ telefonla nöbetçi arkadaşımıza blokhavzdan havadis sorduk ve sebat ettiğimizi düşmanın icra ettiği mukabil taarruzların Hasan’ın süngüsü önünde eridiğini söyledi. Kaplerimizde büyük sevinç vardı. Artık bugün için Hasan’ın hikayesinden başka değerli bir sohbet konumuz yoktu. Öğle yemeği vakti idi. Saat henüz 11.30 Ateş son şiddetiyle başladı. 41. Alay düşmanın blokhavza ve köprülü sipere Hisarlığa yerleştirdiği dağ topuyla ateş etmeye ve bu ateşi gittikçe şiddetlendirmeye başladığını söyledi. Kumandan dürbün başına geçti.

Adeta umumi bir harp; bütün cephede hücum hazırlığı görülüyor:
12.05 Düşman efradı blokhavza hücuma kalktı.
12.15 Ağır topçumuz düşman siperlerine ve Hisarlık’a lâğım danesi atmağa başladı.
12.18 Ağır obüs ve havanın ateş açması.
12.20 Kırkbirinci Alay’ın tekmil cephede bomba hücumu emri.
12.25 Mıntıka bataryaları düşman bomba mevziilerini buldu ve ateş açarak tahribe başladı.
12.33 Tekmil topçumuz gurup atışına başladı.
12.35 Bir zayiat olup olmadığı sualine karşı yalnız bir tek şehidimiz olduğu.
12.36 Düşmanın blokhavz önünde. Hasan Çavuş takımıyla çarpıştığı.
12.40 Düşman efradının hücuma kalkanların tepelendiği.
12.50 Hasan Çavuş’un Allah Allah diye muvaffakiyet feryadı.

Şu saatler esnasında insanın yekdiğerine söz söyleyip duyurmak kabil olmadığı bir dakika idi. Düşmanın topçu mevzii ve bomba mevzii tahrip edildi. Fakat ne çare ki rezil düşmanın en son bombardımanını mert Hasan’ı şahadet kefenine sarmış ve cennete kavuşturmuş olduğunu anladık. Bu büyük muvaffakiyetin kahramanı olan Hasan dünyasına ebediyen veda etmiş. Artık manen takımına şefaat etmekte bulunmuştu. Hasan’ın gaybubeti umum üzerinde alevli intikam hislerini uyandırmağa başlamıştı. Gece olduğu zaman Hasan Çavuş siperine geçiş hattı temin edilmiş ve diğer şehit kardeşleriyle beraber Hasan Çavuş’un mübarek naşı uygun bir yere defnedilerek üzerine de yazılı bulunan bir levhacık dikilmişti.

14. Fırka kal’asının en yıkılmaz burcudur,
kahramanlar kahramanı bu şehidin mezarı.

(Mektubun tamamıdır.)

Kaynak: Prof. Dr. Haluk ORAL – NTV Tarih Dergisi, Ağustos 2009



Mektubun Hikayesi

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Haluk Oral, sahaflarda bulduğu bir mektubu okuduğunda fena halde etkilendi.

Çünkü mektup, Çanakkale Savaşı sırasında yaşanan ve bugüne kadar hiç bilinmeyen bir kahramanlığı gün ışığına çıkartıyordu. Erzincanlı Hasan Çavuş, takımıyla birlikte düzenlediği süngü hücumuyla Fransızları durdurmuştu. Hasan Çavuş’un, ‘Bu toprak bizim, biz bu toprağın sahibiyiz’ sözleri ise tarihe kaydedilmişti.

Meraklıları bilir, Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü öğretim üyesi Prof. Haluk Oral, Türkiye’nin en zengin imzalı kitap koleksiyonuna sahiptir. Nâzım Hikmet’le ilgili en geniş koleksiyon da ondadır. ‘Ne zaman matematikle ilgileniyor’ sorusunu sorduracak bir başka ilgi alanı ise Çanakkale Savaşları’dır. Oral, Çanakkale ile ilgili olarak ne bulursa toplar ve her yıl birkaç kez gittiği savaş bölgesini de gayet iyi bilir. Zaten bu konuda yazılmış en iyi kitaplardan birisi de Haluk Oral’ın imzasını taşır zaten.

İşte, Haluk Oral geçtiğimiz aylarda sahaflarda gezinirken birtakım mektuplar buluyor. Bunlar arasında en çarpıcı olanı, Kazım Karabekir komutasındaki 14. Tümen’de görev yapan yedek subay Kemal Efendi’nin babasına yazdığı mektuptur. Çünkü bu mektupta, 41. Alay’ın 2. Taburu’nun Birinci Bölük Birinci Takım Komutanı Hasan Çavuş’un Kerevizdere muharebelerindeki olağanüstü kahramanlığı anlatılmaktadır.

‘Kıyamet mi kopar’
Haluk Oral’ın, NTV Tarih Dergisi’nde bütün detaylarıyla yazdığı hikâyeye göre, Kerevizdere’de Fransızlarla Türkler arasındaki mesafe zaman zaman on metreye kadar inmekte, iki ordu neredeyse birbirinin nefes alıp verişini duymaktadır. Savaşın seyrini değiştirmek için, Fransızlar’ın ‘köprülü siper’ini ele geçirecek bir kahramana ihtiyaç vardır. Erzincanlı Hasan Çavuş, tıpkı Namık Kemal’in ünlü oyunu Vatan Yahut Silistre’deki Abdullah Çavuş gibi, ‘Ben ölürsem kıyamet mi kopar’ diyerek öne atılır. Hasan Çavuş’un, 30 kişiden müteşekkil takımına yaptığı konuşma ise bugün artık yitirilen o saf ruhu vermesi açısından son derece önemlidir:

“Allah yoluna tutacağımız bu siper bin kere Kâbe’ye gitmek demektir. Bu toprak bizim, biz de bu toprağın sahibiyiz. Evvela hepiniz birer adım kadar aralıkla siperin arkasına dizilin. Süngülerinizi takın, içinizde gelmek istemeyen aşikâre söylesin.”
Yedek subay Kemal Efendi, bunca yıl sonra ortaya çıkan mektubunda, bu sahneden sonra olup biteni şöyle anlatacaktır:

“Bu hitap hepsinin beyninde yıldırım gibi tesir gösterdi. ‘Hasan Çavuş, üç aydır beraberiz, sen takımını bilirsin’ dediler. Bu arada alay kumandanının gözlerinden hafif yaşlar dökülmeye başladı. ‘Var olun evlatlarım’ demekten kendini alamadı. Hasan Çavuş devamla, ‘Ben hücum dediğim zaman hepimiz Allah der ve bu kâfirleri tepeleriz’ dedi.”

Arkasından Hasan Çavuş ve takımı süngü ile düşmana hücum edecek, Fransızlar böyle bir şey beklemediği için ilk hamlede yüzden fazla kayıp verecektir. Hasan Çavuş’un takımı köprülü siperin önünde tutunmuştur bir kez. Çatışmalar gece boyu devam etse de, Hasan çavuş ve takımını oradan kopartmak mümkün olmayacaktır. Fransızlar ertesi sabah Hisarlık’a yerleştirdiği dağ topuyla bölgeyi cehenneme çevirecek, başta Hasan Çavuş olmak üzere bütün takım son nefeslerini orada verecektir.

Bütün cephe duydu
Gerisini Haluk Oral’dan takip ediyoruz: “Erzincanlı Hasan Çavuş’un yaptıkları, tüm Türk cephesinde duyulmuştu. Mustafa Kemal’in kurmay subayı olan İzzettin Çalışlar, Kerevizdere’ye 25-30 km. uzaklıktaki Arıburnu-Anafartalar cephesinden, aynı gün günlüğüne şöyle not düşüyordu: “Hava serin. Seddülbahir’den oldukça şedid (şiddetli) top sesleri geliyor. Orada bir blokhavz muharebesi olmuş. Düşmanın blokhavzını bizimkiler zapdetmiş.” (Blokhavz: Etrafı dikenli tellerle çevrili, gözetleme imkânına sahip, hafif veya ağır piyade silahlarıyla donatılmış kapalı küçük alan.)
Fransızlar daha ileri gidemeyeceklerdir. Çünkü, Oral’ın ifadesiyle, “Hasan Çavuş, ölerek o yolu kapatmıştı…”

Prof. Dr. Haluk ORAL
Bu efsane değil gerçek bir olay
Benim yaptığım türden çalışma yapanların bitmez tükenmez kaynağı sahaflardır. Bu mektupları da bir sahaf dostumdan, Emin Nedret İşli’den aldım. Mektubun en önemli yönü, savaş sırasında yazılması ve yazıldığı günlerde meydana gelen bir olayı anlatmasıdır. Kemal Efendi, kulağına gelen ve ona gelene kadar efsaneleşen bir olayı değil, bizzat gördüğü bir olayı anlatmıştır.

Savaş sırasında yazılan mektuplardan günümüze kadar gelenleri bulmak oldukça zordur. Kemal Efendi ise bir anlamda mektuplarını günlük tutar gibi yazmış ve tarihe not düşmüştür. Bir de Fransızlarla yapılan savaşa ilişkin kaynak çok azdır. Savaştan sonra Fransızlar da pek fazla yayın yapmamıştır. Kerevizdere’de Fransızlar on bine yakın kayıp vermiştir ve bizim şehit sayımız da on binin üzerindedir. Oradan “bir insan hikâyesi” anlatarak bir kapı açmak istedim.

Kaynak: Sefa KAPLAN – Hürriyet, Ağustos 2009

Erzincan Nostalji

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz