Aşık Davut Sulâri ile Son Sohbet

0
1138

DAVUT SULÂRİ İLE SON SOHBET

Mehmet YARDIMCI

En son, Konya Aşıklar Bayramında çağlayan gibi coşkun sesi ile usta sazını dinlediğimiz, bir elin parmakları kadar az sayıdaki doğmaca ustası, meydan âşığı Davut Sulâri ile 22 Kasım 1984’de Turhallı Aşık Kul Semâi’nin evinde birlikte olduk.

Kırk yıldır sazına ses veren iki usta âşık, âşıklık geleneğince halleşip ayak tutup, atışıp, bizlere, âşığa, âşıklık geleneğine yaraşır bir gece geçirttiler.

Derin bir halk bilimine sahip Davut Sulâri, Erzincan yöresinden bazı menkıbelerle, Aşık Noksâni için sorduğum bir soru sebebiyle, Noksâni’nin kerâmetlerini anlattı. Sohbetine doyum olmayan âşık, sazını kucağına alıp Semâi’ye meydan açtı. Doğmaca şiir okudu; benden ayak isteyip verdiğim ayakla atışıp Semâi’yle ustalıklarının hünerlerini bir bir sergiledi.

İki usta âşık Kul Semâi ve Davut Sulâri’nin bu denli samimi bir ortamda çalıp söylemeleri her zaman görülebilecek bir olay değildi. Şiirler ayak verip (irticalen) doğmaca söylendiğinden, teype alarak kalıcı olmasını sağladık.

Ne bilirdik, bu güzel geceden sonra memleketine giden Sulâri’nin acı haberi gelecekti…

Son dönemin en usta âşıklarından başta gelen Davut Sulâri’ye Tanrı’dan rahmet dilerken, teype kayıt ettiğimiz şiirlerini ve sorduğum sorulara verdiği cevapları ”Erciyes” aracılığı ile gün ışığına çıkararak halk kültürüne hizmeti kendime görev saymaktayım.

* * *
Davut Sulâri Turhal’a indiğinde, Aşık Kul Semâi’yi yerinde bulamayışına söylediği şiir ve Semâi’nin mukabelesi:

SULÂRİ
Keçeli Rızay’nan yollardan geldim
Seni bulamadım söyle nerdeydin?
Gece sabaha dek kahve bekledim
Bir habercik veremedim nerdeydin?

SEMÂİ
Dün bir aşk atıyla seyyaha çıktım
Sen gelince olamadım ne deyim
Nice sözle gönül kalesin yaptım
Sen gelince bulamadım ne deyim.

SULÂRİ
Rıza gider gelir kilitlidir dükkân
Bilmem ki ne yerde pürhanda yâran
Yoldan gelmiş gâyet yorgun bir kervan
Sohbetine eremedim nerdeydin?

SEMÂİ
Sana derim ben bu candan geçmişim
Yine gönüllere dükkân açmıştım
Zannetme ki kardeş senden kaçmıştım
Sen gelince olamadım ne deyim.

SULÂRİ
Hânedan kişiler bilirim kaçmaz
Dost sırrı baş gitse adûya açmaz
Senden başka benim değerim biçmez
Meydanına varamadım nerdeydin?

SEMÂİ
Eşim ile dâvet ünlere gittim
Aldım muhabbet bol okşayıp gittim
Söyle yoksa gardaş hata mı ettim
Sen gelince bulamadım ne deyim.

SULÂRİ
Davut Sulâri der ey cânı cânan
Bilirim hânedan istermiş mihman
Sen benim derdime merhemler olsan
Elin ile saramadım nerdeydin?

SEMÂİ
Kul Semâi’m dostum dostu arardım
Geldiğine bilsen nasıl sevindim
İstersen emânet canım verirdim
Hizmetine eremedim ne deyim.

Aşık Davut Sulâri bildiğimiz gibi, sazını hemen her konuda konuşturan usta bir âşık. İşte, Semâi’nin eşi Aşık Nevruz Bacı’nın çay getirmeyişini hemen sazı ile dillendirişi:

Beyler size benim dileğim vardır
Niçin halim sormaz bu Nevruz Sultan
Uzak yoldan geldim gâyet yorgunum
Güzel bir çay vermez bu Nevruz Sultan

Almış yâren gelinleri konuşur
Sevdiği Semâi ile yarışır
Kelâm derim dudaklarım buruşur
Noksan halim görmez bu Nevruz Sultan

Davut Sulâri’yem etse de ne hal
Muhabbet elinden olur şeker bal
Meclis ahbabıynan olan hasbihal
Herhal bizi kırmaz bu Nevruz Sultan

Aşık, Nevruz Bacı’ya bu söyleyişten sonra, Semâi tezeneyi sazının teline vurup meydan açtı, ustaca söyleştiler:

SEMÂİ
Nevruz hâlim sormaz diye gücenme
Sormaktandır canım sorduğundandır
Gizli yaralarım sarmaz zannetme
Sarmaz zannettiğin sardığındandır.

SULÂRİ
Yârine bir hizmet dedim de kalktı
Yerine cevap verdiğindendir
Evet can ortağın hem can yoldaşın
Onun ile yola girdiğindendir.

SEMÂİ
Gelip şu dünyaya başını yudun
Mevsim
Senin şu halini düşünüyorum

SULÂRİ
Nevruz Sultan sana fenerler idi
Divan oğlu kızı torunlar verdi
Sana arka verip hâneni kurdu
El bağlı huzurda durduğundandır.

SEMÂİ
Tenkit etme dostum haller sorulur
çaylar durulur
Sana da bir canlı binâ kurulur
Bulmaz zannettiğin bulduğundandır.

SULÂRİ
Derler ki bir ağaç dalıyla gürler
Kepenek altında yatarmış erler
Keçeci gibi gerçekler pirler
Kudret kanadını gerdiğindendir.

SEMÂİ
Kul Semâi’m gerçekleri görecek
Kendi dersine de yardımcı olacak
Aziz Baba Keçeci murat verecek
Vermez zannettiğin verdiğindendir.

SULÂRİ
Davut Sulâri der Semâi Baba
Benim bir can bir saz bir hırka var
Neler neler yaratıcıdır Kur’an
Bin saati bile sürdüğündendir.

Aşık Davut Sulâri bu söyleyişten sonra sazına eğilip doğmaca bir türkü okudu:

Ulu dağlar gibi kar olan başım
Gözlerimin yaşı sel değil ya ne?
Hep kalkıp iniyor bu zayıf döşüm
Beni taşa tutan el değil ya ne?

Acaba var mıdır toprağın feri
Yağmurun yağışı çamurun dili
O nedir ağlatır şeydâ bülbülü
Baharda açılan gül değil ya ne?

Davut Sulâri’yem mâna yetirem
Misâfir olup da gaybe oturam
Her düşünce müşkilimi bitirem
Adap erkân ile yol değil ya ne?

İçten ve duyarak okuduğu bu türküden sonra bana yönelip –çevredeki halkbilim alanındaki çalışmalarımı- sazına benim için ses verdi:

Biraz evvel dedik seninçin heyhat
Çerük çürük varsa kaldırıp ta at
İnsan bir değildir değişik sıfat
Fevzi kuvvetini bulsa Yardımcı.

Ben âşığım diyen vatanda çoktur
Yokla ki hurcunu bak gevher yoktur
Evet âdem Hak’tır kâinat Hak’tır
Buna göre karar kılsa Yardımcı.

Bir elinden alıp içmişem âhım
İnsiyatin dedi hikmet kitabım
Bezm-i elest etmiş hikmet şarabım
Can şikest olmadan verse Yardımcı.

Doğumum Erzincan çayırlı yerim
Böyle mânâdadır ol nazlı pirim
Ben bir mazlum canan demirem şirin
Fazilet künyesin bulsa Yardımcı.

Davut Sulâri’yem mânâ okuram
Hikmet culfasıyam metah dokuram
Semâi’ynen semâ raksın yapıram
Muhabbetten kelâm kılsa Yardımcı

Âşığın coşması, selin çağlaması gibidir. Sel gibi akar gider; önüne durulmaz artık. Davut Sulâri de böyle coştu, söyledi-söyledi; peş peşe…

Ben derdi giriftarem ki deme hitabım yoktur
Cemâli cenandır gönlüm inan nikâbım yoktur
Derdi giriftârem kırkaltı yıldır der bederem
Ayaksız kütüphâneyim elde kitabım yoktur

Gerçi mest-i elestisem ben kendi ağamdan çok
İçmişem bir meyhâneyem elde şarabım yoktur
Daim sökülerem dağlardan gelen sellerinen
Kuru taşa dömüşem ki inan toprağım yoktur

Daha tâze bir dal idim kendi bağımda bittim
Bir kasırga geldi aldı götürdü kökten yittim
Bilmezem ki bülbülü nâlânı ol demdem ettim
Kurumuş bir dal gibiyim inan yaprağım yoktur

Âşk ile dünya dolmuştur Davut Sulâri inan
Bir zaman memurdum amma küllüden oldum bir an
Hepsi kaçtı gitti kalmadı yanımda bir yâran
Evim barkım harap olmuş inan ortağım yoktur

Hayat hikayesinden bazı kesitler sergilediği bu duygulu ve çok güçlü söyleyişten sonra durmadı. Yine kendine özgü üslubuyla devam etti:

Fuzuli der âşık benim Mecnun’un adı vardır
Hele ne çeşit insanım kaleminle yaz görem
Bir bahar eyyamıyam ki sen bir kasırga gibi
Muhabbet yeli olup ta bana karşı yaz görem

Hicran elemi değmiştir hicran ile dağlandım
Sanmayın ki ben dertliyim amma ki zağlandım
Zincir-i aşk ile girizgâr olup bağlandım
Eğer zağrı velâyetsen ben kendimi çiz görem

Amma dostum el uzattın tepmem elin kenara
Zerre kadar söz gelince olmam nutku mubara
Gerçi âşık-ı sâdıksan inan veçhi didara
İsterim ki daim dostta ak olacak yüz gerek

Nice âlem nice meclis nice zindanlar gördüm
Nice tabiplere gittim derdim davasın sordum
Sokrat Eflâtun’lar kaçtı orta yerlerde durdum
Ne olur yarama merhem varsa getir sür görem

Gerçi Davut Sulâri’yem aptal serseri biri
İnsansın gezersin amma inan değilsin diri
Hamdolsun ki yüzümde yok benim kıyâmet kiri
Sevgi sohbet şefkatinden bana karşı haz görem

deyip, son mısralarından benim için söylediği belli olan bu deyişten sonra yine bana yönelip, ‘hocam’ ayaklı bir söyleyişte bulundu:

Cemaat içinde kelâm
Verdiğim yeter mi hocam
Gözlerinle mucizeler
Gördüğün yeter mi hocam.

Muhabbet dediğin baldır
Erkân dediğinse yoldur
Yazdın kalem biten doldur
Serdiğim yeter mi hocam.

Dönmem ben Hakk’ın yolundan
Çekmişim elin dilinden
Bunca muhabbet gülünden
Verdiğim yeter mi hocam.

Mümin eyler Hakk’a gayret
Etmeyin nutkuma hayret
Şimdi demde bir muhabbet
Kurduğum yeter mi hocam.

Hey Davut Sulâri’m heye
El sundunuz candan meye
İkrarımız elif beye
Erdiğim yeter mi hocam?

Davut Sulâri’nin peş peşe söyleyişlerinden sonra, Kul Semâi sazını kucağına alıp tezeneyi teller üzerinde gezdirmeye başladı. İki âşığın da sazları kucaklarında idi. Ayak istediler benden; “Gördüm” ayağını verdim.

Ustaca işlediler ayağı:

SEMÂİ
Çok şükür yaratan yüce Mevlâ’ya
Hakikatten haber verenler gördüm
Güneşsiz ahmaklar dünya bom boştur
Dağların arkasın görenler gördüm.

SULÂRİ
Hikmet pazarında Fevzi kudretin
Susuz değirmenler kuranlar gördüm
Hikmet göçündeyken kuru taş içre
Kurdun da rızgını verenler gördüm.

SEMÂİ
Halden bilmeyenler halâ hoş değil
Kurumuş meyvada lezzet hoş değil
Yirminci asırda ilim boş değil
Gerçek bohçasını serenler gördüm.

SULÂRİ
Ariflerin bohçasını açınca
Orta yere gevherini saçınca
Değerin keşfedip baha biçince
Nice defterleri dürenler gördüm.

SEMÂİ
Hakikat yolunda gerçek yol diye
Arının yaptığı tatlı bal diye
Şu bizim Turhal’da can kurban diye
Muhabbet çiçeği verenler gördüm.

SULÂRİ
Sensin ki insafsız sormazsın beni
Sevgili uğruna koydun bu canı
Yalnız başıma ben kestirdim seri
Yar ile dert devran sürenler gördüm.

SEMÂİ
Çile çekmeyenler gülmez dediler
Eldeki boş kabı dolmaz dediler
Çağıranlar mahrum olmaz dediler
Sabredene murad verenler gördüm.

SULÂRİ
Sabır taşı olsa bile de çatlar
Elbet menzilini alır insanlar
Ben âdeme bende yoktur kanatlar
Hakkın rızasına erenler gördüm.

SEMÂİ
Nice âşık sâdık yollarda gezmiş
Kul Semâi türlü dallarda gezmiş
Mecnun Leylâ için çöllerde gezmiş
Leylâ diye Mevlâ bulanlar gördüm.

SULÂRİ
Herkes bulamazmış gani Mevlâ’yı
Her kul keşfedemez Davut Sulâri
Defteri kudrette gerçek dünyayı
Ama çoğu yolda kalanlar gördüm.

deyip söyleşiyi bağladıktan sonra, Âşık Davut Sulâri’ye iki soru yönelttim. Bunlardan biri hayatı hakkında kendi ağzından bilgi alabilmek için sorduğum klasik bir soru idi:

Soru 1) Hayatınız hakkında kısaca bilgi verebilir misiniz?

Cevap: Babam Veli Ağbaba ile anam Rindi’den 1926 yılında Erzincan Çayırlı ilçesinde doğmuşum. Neslim Hâşimi kabilesinden İmam Musa-i Kâzım’ın torunu İbrahim-i Mükerrem’in oğlu Seyit Mahmut Hayrani Veli’nin neslinden gelen Aşık Davut Sulâri. 17 yaşında mânâ aleminde aşk meyi içmişimdir.

Arap ve Fars devletleri ile onbir Avrupa devletinde halk şiirimizi tanıtma çalışmalarında bulundum. Çeşitli ilim adamları ile konferanslar verdim. Alman ve Fars dilini iyi bilirim. 46 senelik saz şâiriyim. Eski Türk geleneğini sürdüren âşıklardanım. 1980-1982 yılları arasında safkan Arap atımla Anadolu’yu karış karış dolaşıp 35 bin km. yol kat ettim. Her köyde sazıma ses verdim. Sonra atımı Erzurum’un Mirseyit Köyünde Mehmet Şahin’e verdim.

Muzaffer Sarısözen zamanında TRT Ankara Radyosu’na gelip altı ay çalıştım. Muzaffer Sarısözen ve Ulvi Cemal Erkin’in aracılığı ile İstanbul Radyosu’nda göreve başladım. 1950 yılından 1965’e kadar halk türküleri okudum. 1965’de ayrılıp isteğim üzerine serbest saz şairliğine devam ettim.

Soru 2) Sayın Davut Sulâri; bir saz şâiri olarak, gelecek saz şâirlerine ve genç nesillere tavsiyeleriniz var mıdır?

Cevap: Bir halk şâiri, millet ve devletinin gelenek ve törelerini tahrip etmemeli. Kanun ve Atatürk ilkeleri doğrultusunda yayın ve konserlerini vermelidir. Şâir, edip, âşık, ülkenin gözüdür, kulağıdır, dilidir. Genç nesiller geçmişlerini iyi okumalı, iyi tanımalıdır. Bir de şâir hayatta iken kendisinden istifâde edilmeli; kıymeti zamanında bilinmelidir. Nice halk şâirlerimizin eserleri bilinemiyor, hayatları hakkında bilgi edinilemiyor. Bunlar hep o şâirlere zamanında değer verilmeyişindendir. Bugün Karacaoğlan’ın bile kimliğini tam öğrenemiyoruz. Tarihe gömülüp kaldı. Kayıtlara geçirilmemiş Türk İslâm âşıkları kayıp, bir perde altında kalmış durumdalar.

Bu iki soruya verdiği cevaplardan sonra kendisinden son bir şiir istedim. Son söylediği bu şiirde ömrünün tükendiğini sanki işâret etmiş; ama bilemedik:

Yazarlardır âşıkların aşığı
Tarihe mal eder görebilirse
İlham kaynağıdır İlham beşiği
Akışına göre girebilirse.

Her kayıtta birer fidan dikilir
İlim tarlasında tohum ekilir
Aşk mahsulü eken beli bükülür
O da sadakatda durabilirse.

Bu Davut Sulâri kırk yıllık ozan
Dökülmekte yaprak başladı hazan
İçimde dert kaynar bünyemdir kazan
Dizde fer, gözde nur varabilirse.

Bu sohbetten sonra iki ay geçmedi ki, radyo ve televizyondan Davut Sulâri’nin acı haberini aldık.

Aşık Kul SEMÂİ

Bu haber üzerine saz ve söz arkadaşı Turhallı Âşık Kul Semâi, Davut Sulâri için son görevini yapıp sazına ses verdi.

On dokuz bir seksen beşin yılında
Erzincanlı Davut Sulâri göçmüş
Ben gurbette duydum Almus gölünde
Gönül göllerinin pınarı göçmüş.

Kırk yıldır sazını çalar dururdu
Aşkın deryasına dalar dururdu
Karanlık gönüle ziyâ verirdi
Baraj deryasının kenarı göçmüş.

Türk milletini bir gözle görürdü
Halk için Hak için saza vururdu
Gönül deryasından ziyâ verirdi
İrfan meclisinin feneri göçmüş.

Mecnun gibi Leylâ der de gezerdi
Atla yurdu Mevlâ der de gezerdi
Sazla köy kent yayla yayla gezerdi
Gönül yaylasının çınarı göçmüş.

Ey Semâi kimler kalmış dünyada
Seksendörtte beraberdik Konya’da
Bize geldi üç gün fakir hânede
Aşıklar ustası mimarı göçmüş

Kaynak:
ERCİYES Aylık Fikir ve Sanat Dergisi
Eylül 1986

Arşiv & Yayına Hazırlayan:

Abdullah Bozdemir
Erzincan Nostalji

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz