Attila İlhan’dan ‘Memleket Havası’

0
468

Cumhuriyetimizin yetiştirdiği en özgün aydınlardan biri olan Attila İlhan, 16. yıl önce bugün aramızdan ayrılmıştı. Şair, romancı, senarist, gazeteci, eleştirmen olarak edebiyatımıza ve düşünce dünyamıza çok önemli katkıları olan Attila İlhan’ın yaşamında Erzincan önemli bir yere sahiptir.

1957 yılında Erzincan’da muhabere yedek subayı olarak askerlik görevini yaptığı sırada yazdığı ve “Ben Sana Mecburum” kitabında yayımladığı “memleket havası” şiirlerinin arka planını büyük şair şöyle anlatır:

MEMLEKET HAVASI

Ben sana mecburum içerisinde bu bölümün şiirleri imge kuruluşu ve deyiş bakımından öbürlerinden farklılık gösterirler. Bir kere uzaktan uzaktan bir halk şiiri rüzgârı sezilir, sonra yeniden kırk mısralı serbest vezne dönüş besbellidir, büyük şehir theme’leriyse yerlerini net bir şekilde anadolu theme’lerine bırakmışlardır. “memleket havası” deyişim de bundan.

Bu şiirlerin hemen hepsi erzincan’da, askerliğim sırasında yazıldı. Muhabere yedek subayı idim, dumanlı ile sürperen depoları arasında hat döşeme görevini aldım, büyük bir bölümünü gerçekleştirdim, bu sırada garnizona kapalı kalmak, orduevi ile otel arasında gidip gelmekten kurtulmuş, geniş anlamda kırsala açılmış oluyordum. Köyleri, köylüleri, anadolu yaşantısında doğanın ve insanın yerleşme ve etkileşim biçimlerini yakından gözleyebildim. Önceleri hiç yazamayacak gibiydim. Erzincan bana daha çok kurtlar sofrası üzerine çalışma fırsatı vermişe benziyordu, ne var ki sonbahara doğru birden değişti durum, şiirler birbirlerini handiyse kovalayarak gelmeye koyuldular.

Şiirlerin bütünü gençlik yıllarını izmir, istanbul, paris gibi şehirlerde yaşamış, temelden şehirli olan kavram ve sorunlarla haşır neşir olmuş bir aydının birden anadolu gerçeğiyle karşılaşmasından doğan izlenimleri yansıtmıştır. Bu izlenimler bende üç düzeyde beliriyordu: a/ bir kere aşağı yukarı çocukluk yıllarımdan bu yana pek göremediğim Anadolu halkıyla karşılaşmış, onun hâlâ ne türlü yokluklar içersinde yaşamaya uğraştığını görmüştüm. Hele bir dağ köyü vardı, kuranportörün bulunduğu doruğun hemen dibinde, önünden her geçişimde içim burkulurdu. b/ içinde yaşadığım, hatta büyük ve haklı davaları için nice belâları göze aldığım şehir çevresine oranla, orada rastladığım gerçekler beni paris’ten beri son derece önem vermeye başladığım kuvayı milliye kökenine çok daha fazla yakınlaştırıvermişlerdi. Bu şiirler arasında sık sık mustafa kemal paşa’dan, atlılardan, ya da kuvayı milliye hareketinden söz edilmesi boşuna değildir. Birden fark etmiştim ki, Türkiye’de önemli yapıcı güç soyut olarak değil somut olarak bu halktır, kuvayı milliye bu halkı harekete geçirmiştir, onu harekete geçirebilmek ise ancak ‘üretimde ve kültürde’ onunla bir ve beraber olmakla olasıdır. c/ türkiye henüz tarımsal bir ülkedir. ‘görülmemiş kalkınma’ edebiyatına rağmen, sendikacılar erzincan gibi bir şehirde henüz başka bir yıldızdan inmiş kadar yabancıdırlar.

“memleket havası” şiirlerinin bileşimi belki de “mustafa kemal’in sofrası” şiirinde verilmek istenmiştir. Dikkatli bir göz, (eleştirmenlerimizden birisinin gözü olmasını, bunu daha o zaman yazmasını ne kadar isterdim) hemen görürdü ki, ozan köylüleri, işçileri, aydınları mustafa kemal’in sofrasına yani yeni bir kuvayı milliyeye çağırmaktadır. Elbet ikinci kurtuluş savaşı edebiyatının, bu şiirlerden çok yıllar sonra solun ağzında dolaşmaya başlayacağını hatırlatmak bana düşmez.

3- 923’de demiş

akşamüstü
bir öküz burnunun ıslak siyahlığı nasıl bileniyor
eylül’de bir akşamüstü
ağaçlar tozlu yapraklarıyla ilk serinliğe yaslanıyorlar
ufacık eşeklerini önüne katmış sabahlara kadar tuz çekiyor
yukarı fırat köylüsü
allahım
sırtlarda yine dumanlı dağ ateşleri
lâcivert bıyıklarına ayran bulaşmış
yıldızların dibinde umutsuz türkülere giren
tütün koyun ve kıl kokulu çobanlar
kesik kulakları ve tebeşir beyazı dişleri
karanlıkta adama dehşet veren
halbuki bakışları insancasına dost
nefes nefes çoban köpekleri
allahım
gece ilerledikçe nasıl artıyor dağların ağırlığı
cimin dağı öteden şu adını aklımda tutamadığım
ova köylerini nasıl eziyorlar
harman yerlerinde gündüzden kalma testiler sızıyor
ağır kamyonlara yüklü
kemah yolunda sonbahar
ve yorgun kavakların bitmez tükenmez arkadaşlığı
arkta sürbehan köyünde sular
gülüşerek karpuzlara uzanıyor
küçük neşeli fakir su
kumlarda dinlenen karpuz
çıplak
çamurlu ayaklarıyla gece suyuna çıkmış köylülerin
karanlıkta sönüp yanan isli fenerleri
uzak uzak
allahım
memleketim
demiş ki mustafa kemal
“… memleket demiş
asrî medenî ve müreffeh olacaktır
behemehal
bu demiş bizim için bir hayat davasıdır.”
923’de demiş

Attila İlhan
-ben sana mecburum-



-10 ya bereket deyip ıslanıyoruz

burnu eğik adımları tüy gibi kalleş
bir çoban köpeği solumasıyla ansızın bastırdı yağmur
akşamın iki parmak berisinde ıslanıyoruz
gönül ferahıyla kardeş kardeş
yabanî nar fidanları
biçilmiş tarlalarda sıçrayan çekirgeler
hozonsu köyü’ndeki telâşçı horoz
ya bereket deyip ıslanıyoruz

ahmediye rampasında
soluk soluğa pancar kamyonları
nadasa dökülmüş
çatık boynuzlu öküzler
ovanın güney batısında
boylu boyunca ezik bir sarı
kirli bir gümüş
ve dorukları dağıtan bir yağmur dumanı bütün
bağlarda kurşun gibi ıslıkla büyüyen siyah üzümler

asmaların ortasında
kadınla çocuk arası bir genç kız
yalnızca başı örtülü
ehramsız
yağmurun çalışkanlığına aldırmadan
akşam namazına çökmüş
tertemiz bir hüzün
ıslak kirpiklerinde parlayan

besbelli bu gece yıldızlar görünmeyecek
yağmur aralandı mı
dumanlı boğazı’na geyikler gelirmiş
tahta gibi dağ köylüleri fırat’ın arkasından
bazı bazı türkmenler hiç umulmadık
uzun yeleli bal rengi atlarıyla
yemeni yorganları ve yün yataklarıyla
ve çıtırtılı ateşleriyle böcek böcek

besbelli
bu gece yıldızlar görünmeyecek

Attilâ İlhan
-ben sana mecburum-



-12 fırat rüzgâra karşı aktığı zaman

fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
suyun yüzü telâşlı bir korkuyla ürperir
atmaca kayalıklarında poyrazın yalçın soluğu
dökülür sığırcıklar
çıplak kavaklardan
tortop olmuş
simsiyah ve ufacıklar
içimsıra sonbahar garipliğinin ağır yorgunluğu
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
sessizce kendi kendime ağlayasım gelir
nedense kim bilir

bir fakir gözyaşına dövülmüş bir avuç tuza damlar
bıçaklı dört bıyık tersine dönmüş soğuktan
bunlar muhakkak keleriç köylüleri
iki peynir tulumu sarmış küçük kulaklı atlarına
sağlı ve sollu
erzincan pazarına indiriyorlar

durup cıgarasını yakıyor çarıklarının üstünde biri
sırtını verip poyrazın kırbacına
muhakkak keleriç köylüleri bunlar
uzaktan
yorgun adımlarının bir tozutması var ki yolu
bir yalnızlığı var ki allahın huzurunda
bu dört köylünün
bir başlarına kalmışlığı “fani” dünyada
adamın kemiklerini sızlatan

uzak bir şahin birdenbire hışım gibi alçalıyor
bir vakit süzüldükten sonra nazlı nazlı havada
fırat rüzgâra karşı aktığı zaman
batık bir umut türküsü halinde ölüm
köpeküzümlerinde ıslık çalıyor
atmaca kayalıklarında
ve devedikenlerinde

Attilâ İlhan
-ben sana mecburum-

Kaynak:
Attila İlhan – Ben Sana Mecburum
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

* * *

Attila İlhan’ı aramızdan ayrılışının16. yıldönümünde saygıyla anıyoruz.
Erzincan Nostalji

Attila İlhan

YORUM YAP

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz